Öncesi ve Sonrası
Bugün Nazım Hikmet Ran'ın doğum günü.
Bugün Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg'un yıldızlara karıştığı gün.
"Gerçeği görmek ve dile getirmekten daha devrimci bir şey yoktur" Rosa Luxemburg
I.
Balık yakalamaya İnebolu Limanı'nda başladım. Bir çocuk için büyük bir özgürlük alanıydı liman. Büyüdükçe daha çok sevdim balık yakalamayı. Gençken limanın arka tarafındaki yıldız dalgakıranların üstünde sekerek koşardım düzden gitmek yerine. Yunusların yüzme hızını yakalamaya çalışarak. Burunda denize girmek ayrı bir zevktir. Çeşit çeşit balıkların, yengeçlerin, yosunların, denizanalarının arasında olmak, denize karışmak…
Yıllar sonra sisli bir sonbahar sabahı erkenden uyandım ve göl kenarına oltaların yanına indim. Gölde yüzümü yıkadım. Botlarımı ve çoraplarımı çıkarıp, ayaklarımı ılık suyun içine soktum. Aniden bir hışırtı duydum daha doğrusu hışırtı armonisi. Giderek çoğaldı, çoğaldı. Sis yoğun olduğu için iyice yere alçalan bir kaz sürüsü başımın üstünden geçti. Aynı gün yukarıdaki barajdan suyu kestiler ve gölün yanından akan Sakarya Nehri'nde yüzdüm. Daha önce hiç yapmadığım bir şeydi. Nehir o zamana kadar ruhumda birikmiş olan bütün kötü enerjiyi aldı ve Karadeniz’e götürdü. Kutlandım sanki*.
*….Tin ortak, tenler farklıdır. Hayvan ruhları da insan ruhları gibi ölümsüzdür. Hayvanın ayrı, insanın ayrı evreni yoktur. Evren ve yaşam birliği vardır. Bu tümlük ve ortak acun düşüncesi, kaynağını “Kök Tengri” Gök Tanrı’dan alır. İnsan Gök’ün verdiği yaşam gücünü korumaya ve çoğaltmaya çalışır. Bu yaşam gücü veya yaşam ruhuna “Kut” denir. Kut, “uğurlu, kutsal, şanlı” anlamlarına da gelir. Kutlu olsun deriz….. (Erdağ Duru).
II.
Akademideki bütün çalışma ve yükselme süreçleri ciddi çaba gerektirir. Özveriyle çalıştım yıllarca. Bu arada bir çok kişi ve güç odağıyla mücadele ettim. Bireysel olarak veya sendikamla birlikte. Bireysel anlamda en travmatik olanı doçentlik sürecimdir. Anabilim dalım kapandığı için başka bir anabilim dalından başvurdum. Jüri üyelerinin ve okul yöneticimizin kötü davranışlarını kafamda oturtamamıştım o zaman. Atıldıktan sonra daha iyi anladım ki mevcut akademik tahayyül ile benim kafamdaki arasında bir uzay ve zaman boşluğu var.
Kendi kendime yapmayı en çok sevdiğin şey ne diye sordum ve sazan balıkçılığına da bu bunalımdan kurtulmak için başladım.
Barış Dilekçesi nedeniyle akademiden atılmam aslında beni özgürleştirdi. Hemen sonrasında gümüş ustası İshak Haydaroğlu'nun yardımıyla eski paralardan takılar yaptım ve Hanımeli Sokak'ta Cumartesi günleri tezgah açtım. Bu süreçte tanıştığım İshak çok iyi bir insan ve çok iyi bir ustadır. Eski paraların hikayelerini de anlatıyordum alıcılara. Çok değerli insanlar takılarımı alarak dayanışma gösterdiler. Eskişehir'li bir işçi, yurt dışında yaşayan bir akademisyen veya eski bir öğrencim. Hepsine teşekkür borçluyum. Benden daha fazla ihtiyacı olan birinin yerine mi tezgah açıyorum sorusu hep kafamda durdu. Bir sene sonra bıraktım.
Gençliğimden bir hikaye. 90'lı yıllar Gültekin abi, bir öğretmen olduğu halde hafta sonları bir berberin yanında çıraklık yapıyor. Neden yaptığını sorduğumda bana şunu söyledi: Ben öğretmenlik yapıyorum ama gerçek mesleğim devrimcilik. Beni komaz atarlar meslekten. Bugün hala binlerce KESK üyesi memur hiç bir gerekçe gösterilmeden mesleğinden uzak tutuluyor.
Bu arada şunu fark ettim; akademisyenin sokaktan ve halktan ne kadar kopuk olduğunu. Gezi süreci geliyor aklıma. Bir protesto eylemine katılan hocalar atılan sloganları beğenmiyor ya da Eğitim Fakültesi önünde Ali İsmail Korkmaz için yapılacak basın açıklamasında öğrenciler slogan atınca oradan sıvışıyorlardı. Öncesinde kapı kapı dolaşıp sendika üyeliğine çağırdığımız hocaların üstenci tavırları geliyor gözümün önüne. Bireysel veya örgütlü emek ve demokrasi mücadelesine inanmıyorsanız, dünyayı nasıl değiştireceksiniz? Sadece bilim üretmenin yeterli olduğunu söyleyenler çıkıyor. Yazık...
Lokantada karnımı doyurup para ödemek üzere kasaya gidiyorum. Arkadan bir ses; "Murat hocamdan para alma." Bunu o kadar çok yaşadım ki. Emekli olana değin eczacım benden para almadı. Bunu gurur duyarak söylüyorum. Eskişehir halkı maddi manevi bizi bağrına bastı. Ben de onların Murat hocası olduğum için çok mutluyum.
Emekli oldum. Artık çalışmak istemiyorum. Mevcut üniversite ve ürettiği tüm değerlere karşı ciddi bir sorgulamanın yapılması gerektiğini düşünüyorum.
III. Eskişehir Okulu’nun Hikayesi ya da Soylu Bir İnat
Eskişehir Okulu'na Faşizmler konulu dayanışma dersimize gelen sevgili Tanıl Bora konuşmasının başında dayanışma akademilerinin soylu bir inadı sürdürdüklerini söyledi. Şöyle ki muktedirlere tarih boyunca karşı çıkan bilim insanları var. Çok öncesinde firavunlara siz Tanrı değilsiniz dedikleri için katledilen iki bilim insanı var. Sonrasında Sokrates var, sözünden dönmediği için zehirlenen. Sonrasında Orta Çağda kilisenin boyunduruğuna girmeyi reddeden Abelard. Dünya yine de dönüyor diyen Galileo. Sonrasında Edward Said var, sınırdaki İsrail karakoluna sembolik bir taş atan. Günümüzde çeşitli ülkelerde işinden atılan, hapse atılan, mülteci durumuna düşen akademisyenleri izlediğimizde ise bu soylu hikâyenin hala devam etmekte olduğunu görüyoruz. İlgili bilim insanlarının hepsinin ortak paydası kendi dönemlerinde muhalif olmaları bu arada.
Dayanışma akademilerinin ve Eskişehir Okulu’nun hikayesini daha iyi anlayabilmek için Jacques Le Goff’un Ortaçağda Entelektüeller kitabını hatırlamak çok faydalı olacaktır. Nedeni, mevcut üniversite sistematiğinin o yıllarda kurulmuş olmasıdır. Ortaçağda kiliseden bağımsız bilgi üreten laik bilim insanları vardı. Şehir şehir dolaşarak seminerler veriyorlar ve büyük maddi sıkıntılar çekiyorlardı. Kilise bu bilim insanlarına çağrıda bulunuyor ve kendi çatısı altında maddi güvenceyle ders vermelerini istiyordu. Kilisenin baskısına direnen Abelard aforoz edildi, kitapları yakıldı. Fakat yıllar geçtikçe üniversite kilisenin boyunduruğundan çıktı, bağımsızlaştı ve özerkleşti. Yeni üniversitenin oluşması toplumsal, ekonomik ve siyasi değişimlerin de bir sonucuydu ama bir özne olarak sayısız bilim insanının, entelektüelin bağımsız tavrı belirleyici oldu bu değişimde.
Günümüz Türkiye’sine geldiğimizde, neoliberalizmin üniversiteleri de geri dönülemez bir şekilde dönüştürdüğüne tanıklık ediyoruz. Barış akademisyenlerinin KHK’larla işten atılması bu kötü gidişte bir mil taşını oluşturdu. Artık bilim insanları toplumu aydınlatma görevlerini yerine getiremiyor. Üniversiteler sağlıklı tartışma zeminleri kuramıyor. Deprem, zehirli gıdalar, covid aşısı, mega projeler, kadın cinayetleri, iş yerinde ölümler, mülteciler, ölümcül virüsler vb. gibi bir sürü anahtar kelime üzerinden düşündüğümüzde üniversite hocalarının katkı sunamadığı bir tartışamama durumu yaşıyoruz. Hem sosyal hem de fen bilimleri alanında ciddi bir boşluk sözkonusu.
IV.
Gece çok güzel bir rüya gördüm. Yarın Eskişehir Okulu'nun Hanımeli Sokak'ta açacağımız ikinci el pazarı var. Garajda getirilen eşyaları elden geçiriyorum. Bu arada zalim komşumuz ve karısı ile kavga ediyorum. Kavganın sebebi bana ait olan fotoğrafların onların elinde olması. Özellikle bir tanesi anne ve babamın 1950'li yıllarda stüdyoda çektirdiği fotoğraf. Sevgili İshak Usta fotoğraflara gümüşten işlemeli çerçeveler yapmış muhteşem görünüyorlar. Niye onların eline geçtiğine bir türlü anlam veremiyorum. Neyse efendim çekişe çekişe fotoğraflarımı ellerinden alıyorum. Yarın pazarda satacağım güya.
Ertesi gün pazar çok neşeli. Eskişehir'de üniversiteden atılan tüm arkadaşlar gelmiş. Kocaeli ve İstanbul dayanışma akademilerinden de arkadaşlar var. Herkesin yüzü gülüyor. Nedir bu neşeniz diye soruyorum. Okula geri dönüyoruz haberin yokmu diyorlar. Pazardan sokağa çıkıp sevinçle çığırtganlık yapıyorum. Gel vatandaş; tüplü televizyon burada, elektirikli kıyma makinesi burada, mesaj atan ketıl burada diye sokağı inletiyorum. Tantunici komşumuz Diyarbakır'lı Mahmut bıyık altından gülümsüyor bana.
Sevgili öğrencim Umut Daver bir kaç gün önce bana ulaştı. "Okuduğum okuldan bir tane hikaye çıktı o da senin hikayen hocam, gurur duyuyorum, çocuğuma miras oldu hikayen" diyor mesajında. Bu yazı için beni motive etti sözleri. Bütün öğrencilerimin gözlerinden öpüyorum.
Eskişehir 2020 - Mainz 2021
"ajun gülçirerbaz alın kaş çatar
YanıtlaSilbir ilgin tutub şeyd birin zehr katar"
acun bazen gülümser bazen kaş çatar
bir elinde bal tutar diğeriyle zehir katar
arı sularda dünyanın zehirlerini durulamak dileğimizdir.
Sağolun, varolun. Hürmetle...
Sil