Hala Bekliyorum



"Ruhsal olarak sağlıklılık; bunun için Winnicott'unn önerdiği ölçüt bana hep en doğrusu gibi geldi: "Boyun eğmenin olmadığı yaratıcı bir yaşamı sürdürmek. Bu yaratıcılık, yerinde yapılan bir şakadan tutun da yazılmış bir öyküye çok geniş bir aralıkta gerçekleşir". Cemal Dindar

"Yazmasaydım çıldıracaktım diye düşünme Murat. Bu hikaye çok uzun zamandır yazıldığı için yaz lütfen". Beliz Güçbilmez 

"Neler var nelere benzemez" Kemal Emeksiz




Sazanları Beklerken adını verdiğim bloguma Almanya'ya gelmeden önce baktım. 2015 yılında açmış ve bir kaç yazı koymuştum. Eski yazıları kaldırdım. Yeterince özenli değil bu yazılar. Üzerinde çalışıp tekrar yayınlamak istiyorum. Şimdi Türkiye'de el yazısıyla aldığım notları temize geçiyorum. Blogta 5 yıllık bir boşluk var. Umarım hakkını vererek boşlukları doldururum. 





I.

Dünyanın peyzajını hayvanlar, insanlar, sürüler, avcılar binyıllar boyunca değiştirdiler ve değiştirmeye devam ediyorlar. Bu satırları yazdığım 2020 yılında insanın Dünya'ya ilk defa ayak bastığını hayal edelim. Doğa, yüzey ve yaban yaşamın vahşetinden dehşete düşer ve kısa zamanda yok olurdu herhalde. Dünya, hayvanlar ve insan ile birlikte evrildi. Örneğin, insanların yaktığı ormanlar doğal meralara dönüştü ve onlarca çeşit memeli sürüleri için besin kaynağı oldular. Dünya tarihinin son bir dakikasında ortaya çıkan insanın Dünya ile olan etkileşiminin zararları sanayi devrimi ve modernizme kadar kabul edilebilir düzeydeydi. Ama aradan geçen iki yüzyılın sonunda Dünya'nın elli yıllık ömrü kaldı. Bu konular herkes tarafından biliniyor. Benim nacizane açmaya açmaya çalıştığım konu ise şu: İnsan ve doğa arasında 1800'lerde yitirdiğimiz dengenin artık kaybolması ve bunun bende yarattığı boşluk. 

1970'li yıllarda buğday hasadına denk gelen Ağustos sonunda annemin köyünden kalan hatıralar geliyor aklıma. Yanakları al al nasırlı ayaklarıyla toprağa çıplak basan köylüler sanki Tolstoy'un romanlarından fırlamış gibiler. Traktör ve biçer döverin giremediği Karadeniz köyünde (Vozu) imece orakla buğday biçiliyor ve düven sürülüyor. Tıpkı yerleşik hayata geçtiğimiz oniki bin yıl öncesi gibi. Bu hatırat kır yaşamının son demiymiş meğer. (Şu an Karadeniz bölgesinde buğday ekimi yapılmıyor. Buğday tarlaları fındık, çay ve meyve bahçelerine dönüştü. Büyük baş hayvancılıkta kara danadan daha çok süt ve et veren Holstein ineklere geçildi.)

İlkel, yalın kır yaşamını gören bir şanslı insan olarak bugüne değin gördüğüm tecrübe ettiğim değişimler gözümün önüne geliyor ve paniğe kapılıyorum. İkibin sene evvel yaşayan bir insanla 17. yüzyılda yaşayan bir insanı karşılaştırdığınızda üretim ve tüketim alışkanlıklarında büyük değişimler yok. Ama benim şu kısacık ömrümde maruz kaldığım değişimin hatti hesabı yok. Bu kadar çok ve hızlı değişim yaşamış bir insan olarak aklımı nasıl kaçırmadığıma hayret ediyorum.

Sportif sazan balıkçılığı hikayemde burada başlıyor aslında. İşimi çok severek yapmama rağmen daha akademide yaşadığım sıkıntılar beni arayışa sürükledi. 2010 yılında çok ilkel yöntemlerle başladım sazan avcılığına. Fakat çok kısa bir sürede yakala-bırak yöntemine geçtim. Gittiğim her su kıyısı ve avlak, doğa ile olan etkileşimi güçlendirdi. Kişisel mukavement gücümü artırdı, ilkel yakalama duygusunu tatmin ettim ve bilerek isteyerek doğaya asla zarar vermedim. Daha korumacı ve dayanışmacı üretim ve tüketim alışkanlıklarını değiştirecek bir şeyler yapabilmeyi çok isterdim. Refikler Kolektif Çiftliği bu konuda aklıma gelen taktir edilmesi gereken en iyi örnektir. 

Benim karşıma daha bireysel ve rekabetçi olan sportif sazan balıkçılığı çıktı. Şu an itibariyle bireysel olan devam ediyor ama asla reklabetçi değil.






II.

Sakarıbaşı Sakarya nehrinin doğduğu ana gözelerin bulunduğu yer. Porsuk nehriyle birlikte düşünüldüğünde binlerce yıldır içinde yaşadığım bölgenin yaşam varlıkları. Yerin altındaki gözlerden gelen kudretli sıcak su yüzeyde buharlaşıyor. Su Papırlar, kamışlar ve sazlar arasından süzülerek Eminekin köyündeki bente kadar ulaşır. Oradan koruma alanı Balıkdamına oradan Porsuk nehri ve Ankara çayı ile birleşeceği dönemece akar. Gözelere ilk müdahale 1950'li yılllarda elektrik üretmek amacıyla yapılan benttir. Zamanla çevresine restoranlar ve otel inşa edilir. Geçtiğimiz yıllarda yapılan en son peyzaj düzenlemesiyle gözelerdeki sazlıklar yok edilmiş ve piknik alanı haline getirilmiştir. Eminekindeki ikinci bent tarımsal sulama amacıyla kışın açılır yazın kapatılır. Bozdağların arkasındaki Sarıcakaya Barajı'na kadar yer yer bentler ve sulama kanallarıyla su taksim edilir ovaya ve tarlalara. (Sulama kanalları artık işlevsiz durumda. Çiftçiler tarlaları için pancar motoruyla mazot tüketerek tarlalarını suluyor artık bildiğim kadarıyla).



Bu aşırı peyzaj düzenlemeleri sonucu her iki nehrin sazakları, bataklıkları, dönek yerleri, adaları, sahilleri ve kıvrımları azalmıştır. Bataklıklar ve sazlıklar kurutulmuştur. Öncelikle balıklar ve kuşlar için yaşam kaynağı olan bu habitatın durumu gün geçtikçe kötüleşmekte. Aşırı sulama sonucu nehirlerin yer yer kuruması veya aşırı gübreleme nedeniyle zehirlenen toprak ve diğer canlılar. Sırasıyla Sarıcakaya, Gökçekaya, Yenice, Kurtköy barajlarıyla kepçelenen Sakarya nehrine yeni baraj ve hidroelektirik santralleri eklenmektedir. Barajlardan sadece elektirik üretimi düşünülerek toplanan ve salınan suların yaban yaşam üzerindeki etkisi sayılamayacak kadar çoktur. Bir zamanlar Sakarya Nehri'nin Karadeniz'e döküldüğü Karasu'dan girerek Sarıcakaya civarına yumurta atan dinazor Mersin balıklarının neslinin tükenmiş olduğunu bilmek insana acı veriyor.




Sakarıbaşı'ndaki Su Ürünleri Fakülte'sinin havuzunda gördüğüm Mersin balıklarının üreme şansının olduğunu düşünmüyorum. Deniz ve tatlı su arasındaki ikili yaşama alışkınlar çünkü. Sonra hatıratımda bir resim canlanıyor. 1970'li yıllar çocukluğumda balıkçı tezgahında gördüğüm diğer balıklara benzemeyen küçük bir Mersin balığı. Sırtındaki zırhlarının ona verdiği vahşi görüntü dikkatimi çekmişti sanırım.Yıllar önce ders vermek için gittiğim Hazar kıyısındaki Türkmenbaşı şehrinde Mersin balıklarıyla ilgili başka bir hikaye öğrendim. Rivayet olunur ki Sovyet döneminde Hazar denizine atılan nükleer atıklar yüzünden Mersin balığı kalmadı. Aral denizinin hikayesini de düşününce insanın aklına yatıyor bu söylenti.



III. 

Eskişehir'de balık tutmaya Porsuk kıyısında başladım. Bisiklet sürerek Fidanlık civarında suya şamandıralı oltalar attım. Suyun hemen kıyısına yapılmış gecekondu hobi evlerinin sahipleri bana garipseyerek bakmıştı. Çünkü suda balık kalmamıştı. Azot fabrikasının atıklarının yıllar önce suya karışmasının bir sonucuydu bu. Oysa 1970'li ve 80'li yıllarda Eskişehir işçi sınıfının en büyük hobilerinden biri Eskişehirspor diğeri de Porsuk barajında balık yakalamaktı. Tanıklar anlatıyor. Cuma günleri Kütahya banliyö treninde bir şenlik havası yaşanıyordu. İkili üçlü gruplar halinde kamp ve olta malzemeleriyle trene doluşan insanlar hayal edin. Tren Sofça köyünde mola verdiğinde grubun genç olanı az eşya ile trenden fırlıyor ve iki kilometre ötedeki baraj kıyısından yer kapıyor. Arkadan gelenler molalarla ağır kamp malzemelerini getiriyorlar. Bugünki gibi karbon fiber kamışlar ve olta makineleri yok. Bambu kamışlar ve elle atılan sallama oltalar var. Bu balıkçılardan birisi Sümer mahallesindeki karşı komşum Halit amca. (Dede Torun Mavi Kapak kampanyasının yürütücüsü. Haber programlarında mutlaka izlemişsinizdir). Halit amcanın ağzından aktarıyorum: "İlk başlarda kampın aşçısı olarak gittim arkadaşlarla. Sonra sevdim balık yakalamayı ve çok usta bir avcı oldum. Yakaladığımız balıkları soğan çuvallarından yapma hapislerde bekletirdik. Pazar günü akşam tren saati yaklaştığında en büyük sazanları ayırır küçük olanları suya geri gönderirdik. Beş tane 5 kiloluk balık olsa 25 kilo eder. Bunu trene taşımak başlı başına yorucu bir işti". Bir nevi sürdürülebilir eski usül balıkçılık balıkçılık hikayesi olarak çok güzel bir hatırat. Fakat benim için yeterli değil. Yöntemler eski ama nehir doğal akışında değil, barajlar ve sulama göletleri insan tarafından oluşturulmuş suni peyzaj düzenlemeleri olduğu için. Porsuk ve Sakarya havzalarında barajlar dışında nehirleri besleyen bütün derelerin üzerinde sulama göletleri var. Bu göletler inşa edilip su tuttukdan sonra yapılan ilk iş içine yavru balık atılması. Gölet ne kadar eskiyse trofe balık bulmakta o kadar olası. 




IV. 

2010 yılında araba sahibi olmamla birlikte havzadaki baraj ve göletlere çeşitli zamanlarda olta atma olanağı buldum. Yakala-Bırak ilkesiyle balıkçılık yaparken çok iyi rehber öğretmenlerim oldu. Bir taraftan da insan hayvan doğa ruh birlikteliğini keşfetmeye çalıştım bu süreçte. Bazen rastlantıyla bazende bilinçli olarak karşıma çıktı şeyler.



V.

Koyun sürülerinin esas köpekleri boyunlarında dikenli tasma olan kangal, çoban ve akbaşlardır. Sürü sahibi ve çoban karınlarını doyurur. Bir de sürüleri takip eden sahipsiz kırma kır köpekleri vardır. Bunlar da sürüyle birlikte hareket eder ve sürüyü korur. Fakat karınları doyurulmaz. Bu nedenle piknikçilerin, kampçıların ve oltacıların kamp alanlarına uğrayarak yiyecek ararlar. Bazen kamp alanlarındaki açık yiyecekleri de çaldıkları olur. Bu yüzden acemi kampçıların aç kaldıklarına çok şahit oldum. Özellikle yemek saatine yakın kamp alanında bitiverirler. Sizi yüzlerce metre öteden kokunuzdan tanırlar. Sazan kampları uzun süreli olduğu için kamp süresi boyunca elimden geldiğince kır köpeklerini besledim. 





Vezirhan Yenipazar arasındaki kum göletlerine bitişik kavun tarlasını domuzlardan koruması için avlağa bırakılan dişi köpek ve yavruları benim için hem mutluluk hemde üzüntü kaynağıdır. Yavrularından birini doğurdunda çadırın içine taşımıştı. Bunu hiç unutmam. Kasım ayının sonlarına kadar besledim anneyi ve yavruları. Sonra yavrulardan birini ölü buldum. Tarla sahibinin anneyi ve bir yavruyu köye geri taşıdığını öğrendim. Karadeniz'de de fındık tarlalarına domuz girmemesi için tarlaya 10 metrelik iki ağaç arasına gerilmiş bir çelik tele bağlanan köpekler görmüştüm.  Zavallı hayvanlar bütün yaz orada tek başına bir ileri bir geri dolanıp dururlar ve ruh halleri çok kötüdür. Köylüler yazın bağladıkları köpekleri hasattan sonra serbest bırakırlar. Bundan sonrası tam bir trajedi.



Geçtğimiz yıllar boyunca memleketim İnebolu sokaklarında onlarca başıboş köpek gördüm. Bu yıllar içinde azaldı. Bildiğim kadarıyla Haytap ve yurt dışında yaşayan hemşehrilerin gönderdiği yardımlarla Veteriner Hekim Muhammed Çoduroğlu sistematik bir kısırlaştırma yaptılar. Ve başarılı oldu. Durum eskisi kadar kötü değil.



VI. 

Beş senelik bir boşluk nasıl hikayeleştirilir. Blogun ruhuna uygun olarak sazan balıkçılığıyla bütünleşmiş zaman diliminden devam edelim. Barış akademisyeni ünvanını nasıl aldığımı başka bir yazıda anlatacağım. Oradaki şeytanların bu yazıya karışmasını istemiyorum. O şeytanlarla hesaplaşmam ömür boyu sürecek.





Sportif sazan balıkçılığına 2010 yılında geçişim Osman Dengsoy, Ateş Dalyan ve Tuncay Çelik ustaların yönlendirmesiyle oldu. Tatlı su sportif balıkçılığı, yakala-bırak, kamp kurma konularında bana bildikleri her şeyi öğrettiler. Minnettarım. Sportif balıkçılık hobisini hakkını vererek, ticarileştirmeden ve mütevazi bir şekilde yapmaya devam ediyorlar. Ömürleri uzun olsun. Sportif balıkçılık maliyetli bir hobi. Malzemelerin pahalı olmasının yanında uzun kamp sürelerinin de bir zaman maliyeti var. Yeni avlaklar bulmak ve avlak yapısını çözdükten sonra olta atmak gerekiyor. Bu durumda da zodyak bottan uzaktan kumandalı yemleme botuna kadar her türlü araç gereçin bulunması gerekiyor. 2017 Şubat ayında bir KHK ile üniversiteden atılmamızla birlikte tüm balıkçılık malzemelerimi satmak zorunda kaldım. Haliyle üyesi olduğum Porsuk Sportif Sazan Balıkçığı Platformun'dan da ayrıldım. 



Balığa gitmeden yaşamanın benim için ne kadar zor olduğunu bildiği için, sevgili Tuncay Çelik 2019 yılı sezon başında bana bir olta, bir kepçe ve bir alarm hediye etti. Eskişehir'e en yakın avlak olan Zemzemiye göletine gitmeye başladım. Avlak yapısını ve balık karekterini bildiğim için bu temel malzemelerle olta atmaya devam ettim. Ta ki Ağustos ayında emekli olana kadar bu böyle devam etti. Bu arada 3 kiloluk bir sazan yakalamayı başardım. Emekli olduktan sonra minimal bir olta sistemi kurdum. 






İki kamış, iki makine, kepçe, iki alarm ve sazan yatağı temel malzemeler. O.45 hayalet misina ve 0.35 yeşil örme misina ile kösteklerimi yaptım. Ağustos ayından Kasım sayının sonuna kadar 14 balık yakaladım ve saldım. Balıkların hepsi 3 kilonun üzerinde trofelerdi. Tartı aletim olmadığı için balıkları tartma şansım olmadı fakat konu beni rahatsız da etmedi. Şimdiye kadar ki en yüksek sezon performansım bu aynı zamanda. Zemzemiye oldukça yosunlu bir gölet. Ana misina 0.35 olduğu için defalarca misina kırdım. Ancak 0.40 misinaya döndükten sonra performansım yükseldi. Yine de az buluyorum yakaladığım balık sayısını. Bunun nedeni sezon boyunca göletin mısırla bilinçsiz bir şekilde yemlenmesidir. Tok balığı yeme ikna etmek oldukça zor bir iş. Bu arada çadırlı kapm atmadım. Akşamdan sabaha veya sabahtan akşama 12'şer saatlik kısa oturumlar yaptım. Neredeyse gün aşırı avlağa taşındım üç ay boyunca. Sonuçtan oldukça memnunum. Yıllardır kaybettiğim yaşama sevinci geri geldi, motivasyonum yükseldi ve sağlık kazandım.



VII.

2020 yılı itibariyle minimal iki oltalı sisteme dönüş yaptığım için oldukça memnunum. Kamp ve olta kurulumu oldukça kolaylaşıyor. Ama bunun için gölet ve balık yapısını çözmüş olmak gerekiyor. 2021 yazında minimal sistemin kurulum ve sunum aşamalarını destekleyecek yeni malzemler satın alacağım. Fakat asla eskisi gibi dörtlü ağır sisteme geri dönmeyeceğim. Özellikle Eskişehir civarındaki neredeyse bütün göletlerin avlak ve balık yapısını biliyorum. Bu bana büyük bir avantaj sağlıyor. 





Saatlerce süren bir uğraştan sonra fotoğraf albümü içindeki yüzlerce sunum ve salım fotoğrafını ayıkladım. Elverdiğince bunları bloga yüklemeye çalışacağım. 





VIII.

Zemzemiye küçük ve eski bir sulama göleti. Uğursuz insanlar tarafında sürekli ağ atılan bir gölet aynı zamanda. Geçmiş yıllarda iki defa Jandarmayı arayarak ağ toplatmıştım. 



Yaşadığım kötü olayların üstüne bir de beli silahlı erketelerle karşılaşmak beni oldukça rahatsız etmişti. Bu sene salgınında etkisiyle sanırım, insanlar balık yakalamaya aileleriyle birlikte gelmeye başladılar. Çok güzel insanlarla tanıştım. Elimden geldiğince onları sportif balıkçılığa yönlendirmeye çalıştım. En azından bir çok kişiyi dip kurşunlu üç kancalı olta sisteminden vazgeçmeye ikna ettim.



 





Salıverdiğim tüm sazanlara, avlakta beni bekleyen canlara, bana tente olan söğüt ağacına, köpek mamalarını yiyen saksağanlara, mısır verdiğim sakarmekelere, küçük batağan ve büyük karabatağa, tepemde daire çizen kartala, araba farında donup kalan tavşana, ay karanlığında oltaların önünden geçen tilkiye, göleti besleyen kaynak suyuna, yeni tanıştığım güzel insanlara, Zemzemiye (Şaraphane) köyüne, Çukurhisar Duru ev ekmeği yapan kadınlara, yolunu şaşırmış arıya teşekkür ve minnetle... 


2020 Eskişehir - 2021 Mainz

 













Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mombach Günlükleri

2022 Sonbaharı

Balıklar da Kuraklık Olduğunu Biliyor - 2021 Yaz Mevsimi